Zeynel GÜNEY
SÜLO DAYI

SÜLO DAYI

Zeynel Güney


İki asker arkadaş sohbet ederken söz döndü dolaştı Sülo Dayı’nın benzeri olmayan bir insan olduğuna geldi. Hasan, arkadaşı Mustafa’ya bu kişiden gördüğü bütün iyilikleri bir bir sıraladı. Mustafa ‘Bir insan bu kadar iyiliksever olamaz ki.’ diye geçiriyordu aklından. Arada bir Mustafa’nın bön bön bakmalarına yemin billah ederek inandırmaya çalışıyordu. Ama başarılı olamadı.

Başka bir gün, “Ben seni oraya götüreyim kendi gözlerin görsün kulağın duysun” dedi Hasan. “İşlerimi hale yola koyayım gideriz” dedi Mustafa.

Aradan on gün kadar zaman geçti. Haydi yolcu yolunda gerek deyip doğru istasyona geldiler. Trenin akşama doğru geleceğini söyledi görevli. Biletleri alıp biraz volta attıktan sonra orada bulunan bankın üzerine oturdular. Oradan buradan öteden beriden verdiler sohbetin gözüne.

Tren geldi, iyice karanlık başlamıştı. Bindiler buharlı trenin kalkış düdüğü ile yolculuk başladı. Yine kalan sohbete devam ettiler. Epey bir zaman sonra kondüktör inecekleri istasyonun adını seslendirdi.

Tren durdu ve indiler. Hasan önden yolu hem gösteriyor hem yürüyordu. İstasyonu geçtikten sonra zifiri karanlık başladı. Göz gözü görmüyordu. Yarım saat kadar yürüdükten sonra köyün alt tarafından girdiler. Sonra evin olduğu yere gelip kapıyı tıklattılar. Kapı tıkırtısını yeğen İmam duydu. “Emmi kapıyı çalan var.” dedi. İçeriden biri seslendi. “Kim o?” Mustafa yanıt verdi. “Tanrı misafiri.” Yine içeriden. “Hoş sefa geldiniz. Durun gaz lambasını yakayım.” Mustafa “Yok yok yakma, biz dokuz katırlı atlı geldik hepimizi ağırlayabilir misin?” Sülo Dayı “Katır ve atlara içeride yeterli yerim yok. Hayvanlarınızı dışarıda bir yerlere bağlarız. Hem yaz günü bir şey olmaz. Ama sizi dokuzunuza yatak bulur yatırırım. Gerekirse kendi yatağımı veririm, sizi rahat ettiririm. Tasanız olmasın.”

“Şimdi ışığı yak” dedi Mustafa. Üstü camlı gaz lambası yakıldı. Büyük boy iki kanatlı kapı kendine özgü gıcırtısıyla açıldı. Bu kadar yardımsever misafirperver bir insan gördüğü için çok şaşırmıştı. Kendisi ve hanımı ikisine de hoş geldin ettikten sonra “Hani öteki arkadaşlarınız nerede?” diye sordu Sülo Dayı. “Sadece ikimiz geldik başka kimse yok!” dedi Hasan. “Ben dokuzunuzu ağırlamaya hazırlıyordum kendimi, misafir ocağın bereketidir.”

“Biz seni sınamak için dokuz atlı yalanını uydurduk ama sen dediklerinden daha değerli bir insanmışsın ver elini öpeyim.” dedi Mustafa. Elini öptü alnına koydu. Sülo, Hanımına yemek için işmar etti. Bu işareti konuklar anlayıp ikisi birden “Biz aç değiliz bu saatte uğraşmayın” dedilerse de dinletemediler. Sülo Dayı “Olur mu canım ne kadar tok olsanız yarım ekmek yersiniz hem siz uzak yoldan geldiniz. Yuvamızı yurdumuzu şenelttiniz.” Yemek yarım saat kadar sonra hazırdı. Yemekler yendikten sonra, güzel sohbet eşliğinde çaylar içildi.

Artık gecenin geç saatiydi. Büyük salonda bulunan mahatın (*) üstüne çifte döşekli yataklar hazırlandı. Karşılıklı olarak iyi geceler dilendi ve yatıldı.

Sabah kalktıklarında tıraş için sıcak su geldi. Usturasını iyice biledikten sonra ikisini de özenle sakal tıraşı yaptı.  Birlikte tereyağı, peynir, bal ve daha birçok köy ürünüyle kahvaltı yapıldı. Tabakalarına kendi elleriyle tütün doldurdu, Sülo Dayı.

Hanımı yolda acıkınca yesinler diye bir bez bohçanın içine evde bulunanlarından bir şeyler hazırlayıp eline tutuşturdu Hasan’ın. Ayrılık zamanı geldi artık. “Haneniz şen olsun bizi kondurup göçürdünüz” dediler her iki konuk da. “Biz de sizi bekleriz ama kırk atlıyla!” diye memnunluk bildiren güzel bir söz etti. “Mustafa. Sağlıkla kalın” deyip yola koyuldular.


_____________________

(*) Mahat: Köy evlerinin salon kısmında tahtadan yapılma halı ve halı yastığı ile döşeli genelde iki duvarı tutan oturma ve yatak serip yatmak içinbulunan uzunca sedir.