Murat KARTAL
Cemil Meriç’in “Bu Ülke”si

Cemil Meriç’in “Bu Ülke”si

Cemil Meriç’in fikir dünyasından önemli kesitleri ve hayatı boyunca elde ettiği tecrübeleri barındıran bu kitap, deneme türünün Türk Edebiyatındaki en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır.

Ülkemizin yakın tarihine de ışık tutan kitap, aynı zamanda yazarın sahip olduğu derin düşünce dünyasına da çanak tutmaktadır. Bu yüzden söz konusu eser, yazarın diğer çalışmalarına da kaynaklık etme özelliğine sahiptir.

Kitap, Türkiye’yi anla(t)ma üzerine bir deneme olarak da telakki edilebilir.

Yazar, bu kitap için “bana öyle geliyor ki hayat denilen bu mülakata bu kitabı yazmak için geldim. Bu eser, hayatımın bütünü, etimin eti ve kemiğimin kemiğidir” sözleri ile de mezkûr çalışmasının kendisi için hayati öneme sahip olduğunu beyan eder.

Fikri, içtimai ve edebi gibi daha birçok yönüyle kompleks bir hüviyete sahip olan kitabın muhatap kitlesi, genelde ülkenin her ferdi olmakla beraber özelde hedef kitlesi ülkenin aydınlarıdır. Yazar, bu çalışmasında düşünmek ve üretmek yerine hazırı alıp kullanan ülke aydınlarını yerden yere vurur.

Kaya Bilgegil: “Elimde olsa mekteplerde kıraat kitabı olarak okuturdum” dediği bu eser, geçmişin hatalarına düşmemek ve günahlarına bulaşmamak için günümüz insanının fikir dünyasına ışık tutar. Yazar, kitapta kendisini Türk irfanına adayan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi olarak kabul eder. Bundan dolayı yazarın fikir ve düşünce dünyası kitabın muhtevasında ciddi bir hacim tutar.

Dönemin konjonktürel şartlarından dolayı Batıcılık ve Türkçülük akımlarından etkilenen yazar, bir süre sonra Hint Kültürü ile tanışır. Bu tanışma O’nun düşünce dünyasının dönüm noktası olur.  Kalp ve ruh dünyası bu vesile ile zenginleşir ve rahatlar. Zihin dünyasına yeni ufuklar ve pencereler açılır. Bütün bu manevi kazanımlar, Hint Kültüründen hareketle İslam kültürü ile tanışması vesilesiyle elde edildiğini kabul eder.

Bu süreçten sonra bir zamanlar savunduğu Batıcılığa ve Batıdan gelen görüşlere reddiye mahiyetinde cevaplar kaleme almaya başlar. Batının nasıl eleştirileceğini öğrenmek maksadıyla – Batı Emperyalizmine karşı oluşturulmuş olması cihetiyle- Sosyalizme bir dönem sempati duyar.

Yazar, “güneş doğudan doğar” ilkesinin mecazi manasını hayatında fiilen yaşar. “Önce Batı’ya yönelerek peşine düştüğüm hakikati yine Doğuda buldum” sözüyle de şark dünyasının parlak yıldızlarını ve onlardan beslendiğini kasteder.

Eserde Doğu-Batı sorunu yanında bir de sağ-sol kutuplaşması/kalıplaşmasına ilişkin önemli tespitlerde bulunan yazar, sıra dışı bir düşünce tarzına sahiptir. Kitaplarında milli kimliğe yakınlığı da hissedilen yazar, güçlü bir kaleme sahip olup meseleler hakkında ilginç tezlerde bulunur.

Bu kitabında eğlencelerin en asil olanı okumak olduğunu beyan eder. Okuyamamaktan korkan bir iradeye sahip olmakla beraber her müşkül her meselenin okumakla halledilebileceğine inanır.

Okumanın kaynağı olan kitap ise bir limandır. O’na göre hayatta en anlamlı kavramların başında kitap, okumak ve kütüphane gelir. “Ne okuyorsan osun” sözünden hareketle okuma gibi erdemli eylemin, kimlik ve kişilik inşasının temelini oluşturmakta temel bir faktör olduğuna inanır.

36 yaşında gözlerini kaybetmesi O’nu okumaktan alıkoymaz. Bu sefer gönül gözüyle okumaya, dinlemeye ve tefekkür etmeye başlar. Bu yüzdendir ki Cemil Meriç, aydınlarımız arasında daha çok mütefekkir kimliğiyle temayüz eder.

Yazar, kitabının ilk bölümlerindeki yazılarında dil meselesini öne çıkarır. Çünkü O’na göre kelam bütünüyle haysiyettir. Kamus/sözlük bir milletin hafızasıdır. “Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır” ifadesiyle de dile kutsiyet atfedecek kadar dili önemser.

Batı dünyasının sanat, teknik ve teknolojisine karşı olmamakla beraber örf, adet ve anane hususunda benliğimize, kimlik ve kültürümüze bağlı kalmamız gerektiğini savunmuştur. Mesela: Bu hususa delil olarak Batı Edebiyatının müstehcen/ahlak dışı bir temaya sahip olduğunu beyan eder.

Bazı aydınların nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanmalarını çok garipser. Çünkü Ona göre Batı’dan gelen hiçbir “izm” masum değildir.  Birçok ideolojilerin/izmlerin insan idrakine ket vurduğunu Batı kaynaklı bu yapay oluşumların neden yanlış olduklarını ve Türk aydınının bu yapay oluşumları nasıl baş tacı ettiğini uzun uzun anlatır ve ilgili kesimi bu anlamda ciddi tenkit eder.

Ayrıca ideolojileri/izmleri, üzerine giydirilen deli gömlekleri ve konserve düşünceler olarak tasvir eder.  Ona göre ideolojiler bir harita ise şuur bir pusula olmalıdır. Şuursuz olarak ideolojik saplantılara sahip olanları pusulasız gemiye benzetir.

Yazar, Avrupa’yı madde Osmanlı’yı da ruh olarak görür bu eserinde. Ancak Fransız İhtilali’nden sonra Osmanlı Coğrafyasını su almaya başlayan bir gemiye benzetir ve neticede maddecilik imparatorluğun her tarafını esir aldığını ifade eder.    Bu menfi sürecin bir devamı olarak Türk aydını tarihinden ve toprağından koparılır. Özellikle de Tanzimat sonrası Türk aydınının en bariz vasfı batı hayranı olmasıdır.

Neticede tarihinin ve edebiyatının dışına çıkan zevkperest bir nesil türer Türk düşünce tarihinde… Yani ülkesiyle göbek bağı kesilmek istenen Devlet-i Âliye’ye düşman hayırsız bir güruh ortaya çıkar. Mesela bu konuda Osmanlı Devleti aleyhine var gücü ile çalışan Abdullah Cevdet’i örnek olarak verir. Hâlbuki yazar, maziyi murdar bir halden mükemmel bir medeniyete geçiş olarak kabul eder.

O, birçok izm’leri Batı’nın bitpazarı olarak tasvir eder ve masum görmez. Buna rağmen kökünden koparılmış bazı aydın ve gençlerin Batı dünyasının bitpazarında kalmış olan malzemelerden heveslenip toplamaya ve topladıklarını kullanmaya yönelik çabalarını çok anlamsız ve yersiz bulur.

Bu kitapta yazar, 600 yıllık bir tarihin rafa kaldırılmaya çalışılmasına da değinir. Neticede kaynak ve birikimin kaybolması, ilim ve irfana yabancılaşma, geçmişin sağlam köklerinden ayrılma gibi vahim sonuçların meydana geldiğini üzülerek ifade eder ve bu konu hakkında kendi kanaatlerini beyan eder.

Dini malumatlar noktasında biraz sathi kalmış olsa da – muhafazakâr kesimi kast ederek-  “Büyük Doğu kadrosundanım” ifadesiyle de dine, değerlere ve dindarlara olan taraftarlığını açık açık ifade etmiştir.

Menfi milliyetçiliği/ırkçılığı birçok kavgaların asıl sebeplerinden birisi olarak kabul eder bu çalışmasında… Buna karşı İslam kardeşliğini ifade eden uhuvveti ve Müslümanların birliği ve beraberliği anlamına gelen ümmetçiliği savunur.




“Büyük zekâlar kitabidirler” sözüyle de donanımlı ve birikimli insanların genellikle beslendikleri bir kaynağa sahip olduklarına dikkat çeker. Kafaya göre değil de kitaba göre konuşulması tabir-i diğerle sadırdan değil, satırdan okunulması gerektiğine inanır.

Yazarın Hint Kültüründen etkilenmesi O’nun hayata bakış açısını çok ciddi ve olumlu etkilemiştir. Mesela: Goethe’nin ya ezen veya ezilen olacaksın anlamında kullandığı “ ya çekiç olacaksın ya da örs”  sözüne karşı Mahatma Gandi’nin “dünyanın bütün toprakları bile bir insanın kanını akıtmaya değmez” düşüncesini ruhuna ve inancına daha yakın bulur.

O’na göre Batı dünyası için Doğu söz konusu olunca aralarındaki bütün anlaşmazlıklar ortadan kalkar veya en azından bir sürelik de olsa unutulur. Çünkü bu durumda ortak bir amaç yani sömürgecilik söz konusudur. Onların akıl babaları olan Marx ile Weber gibileri de bu barbarlığı bilimsel bir hakikat gibi sunmaya/anlatmaya çalışır.

İşte bu gibi mücbir sebeplerden dolayı yazar, en şiddetli bir arzu ve istekle İslam Birliğinin tesisini ve tahakkuk etmesini temenni etmektedir. O, bu konuda Osmanlı’daki İslam hâkimiyetini örnek verir. Zira O’na göre Osmanlı birliği biyolojik değil; İslamiyet’in harcıdır.

İnanç bağıyla oluşan İslam kardeşliği…600 yıl boyunca beraber ağlayıp gülmek… İnsanın haysiyetine dayalı olan Osmanlı toplumu… bu ve buna benzer takdir edici ifadelerle Osmanlı Dönemindeki birlikte yaşama tecrübesine olan hayranlığını ifade eder.

İslam dünyasının kurtuluşunun ancak yine böyle küresel bağlamdaki bir Müslüman birlikteliğinin vücut bulması ile mümkün olacağına inanır.

Özet olarak Cemil Meriç; “Bu Ülke” adlı meşhur eserinde siyasetten edebiyata, Doğu’dan Batı’ya, dinden materyalizme varıncaya kadar birçok konudan bahseder. Eser, muhteva olarak zengin bir içeriğe sahiptir. Bu yüzden kitap, diğer eserlere da kaynaklık etmiştir. Yazar haklı olarak ondan fazla kaleme almış olduğu kitaplar içinde bu kitabına ayrı bir önem atfeder. Ayrıca yazar bu çalışmasının, Türkiye’nin hatta İslam dünyasının sahip olduğu birçok hastalıklara çözüm sunan bir reçete hüviyetine sahip olduğunu iddia eder.

Bundan dolayı yazar, bu kitabına sadece edebi bir eser olarak bakmanın, eksik bir bakış açısı olacağına inanır. Aksine kitabının içtimai, siyasi ve dini gibi farklı yönleri ile ele alınması ve okunması gerektiğini savunur.