Tümünüzü esenliyorum.
Bir yayım akışı içinde TÜRKÇE yazmanın, konuşmanın önemi, güzelliği siz saygdeğer okurlara sunulacak.
Dilci değilim.
Öğrenim durumum da dilci olmamı gerektiren yapıda değil.
Halkın konuştuğu, bozulmamış ama dışlanmış; üstelik umut bağladığı, yetişmesi, kendini aydınlatması için elinden geleni yaptığı çocuklarının sırt çevirdiği o elleri öpülesi analar, babaların;
''Umudum, demidim!'' demesine karşın aralarındaki uçurumun giderek yoğunlaştığı önemli bir sorunu burada birlikte sırtlamaya çalışacağım.
NEDİR UMUT?
Bir fidanı eker, yetiştirir, meyvesini beklersiniz. Meyvedir umut. Beklediğinizce çıkmazsa umudunuz boşa gider. Halk;
''Umsuluk ettin beni!'' der.
Herhangi bir yazınsal yapıtta (öykü, roman, yır, anı, düşünce yazısında) rastladınız mı böyle bir sözcüğe? Rastlamadıysanız nedendir?
Siz düşünedurun.
Kendinize özgü nedenlerden ötürü bulun bir şeyler.
YAŞATILMAYAN DİL ÖLÜR.
''Aydaş doğdu!'' tanımlamasından da bir şey anlamamız olası değil. Nedeni şu : AYDAŞ ne demek, bilmiyoruz! Geçen bir söyleşide şöyle bir cümle duyunca irkildim;
''Prematüre efendim! Kuvözde yaşatabiliriz!''
AYDAŞ'ın prematüre, KUVÖZ'ün YAŞATMALIK olduğunu anlatana dek canım çıktı.
Oysa halk, bunların tümünü kullanıyor. Eli kalem tutanlarımız ise, halkına kabadayılık yapıp kendi dilini yapıtlarında kullanmıyor. Tek nedeni, halkın dilini yapıtlarında kullanmamasının, halkın yaşam biçiminden ayrıksılık (Farkındalık) gösterme çabasıdır. Hazır FARKINDALIK demişken bir sorayım;
''Neden ayrıksılık değil de farkındalık?''
Örnekleyeceğimiz o denli çok şey var ki...
Bir dilin kendi ülkesinde sürgün yaşaması bu olsa gerek. Utanılacak durum olmasına karşın, sudan nedenlerle sıyrılmışlık da bir yandan olursa, gerisini siz düşününüz. Burada verebileceğim iki örnek var. Dil olmayınca kültür, kültür olmayınca da aydın, bilge, düşünür olunmuyor. Buna değgin birinci örnek şudur :
''.... sevgilim, verdiğin transistörlü radyoda Karac'oğlan'ın ''Bir daha vursayıdım nefesim nefesine'' adlı türküsü...''
Arıyor tarıyorum, Karac'oğlan'ın böyle bir türkü olmuş yırı (şiiri) yok. Kitabın yazarı seçkin bir semt lisesinde edebiyat öğretmeni üstelik. Ta ki, Karadenizli türkücü bayanı dinleyene dek...
''gemiler giresun'e yar olayım sesune bir daha vurayidi (oy oy oy oy) nefesum nefesune hey aman gelin aman aldi dağlari duman doğri yuru ah gelin bayildum aman aman karadeniz ustunde gemim limanlaniyi kurban o fidan boye (oy oy oy oy) yururken sallaniyi hey aman gelin aman aldi dağlari duman doğri yuru ah gelin bayildum aman aman gemilerde sereni tanimedum geleni acap nereye korlar (oy oy oy oy) sevdalukten oleni'' (TRABZON – ANONİM)
İşte, dilimize yabancılaşmanın kültüre yabancı olma hallerini yarattğığnın açıkça göstergesi budur. Siz, sınavlara hazrlanan çocuklara, bunun Karadeniz türküsü olduğunu lütfen söyleyiniz. N'olur, n'olmaz.
Diğer ikinci örnekse şu:
''...... bencileyin
............ gibi''
Yunus Emre nerededyse bin yıl öteden bağırır;
''Şöyle garip bencileyin!''
Bir yırcımız video (çekim) hazırlamış;
''Hakikat ve gerçek'' demiş. Hem konuşmasında, hem tanıtım yazısında. Adama bu yaptığının yanlış olduğunu anlatsam da...
İlerde görüşmek dileğimle. Bu yazı burada bitmez. Bitmesini de beklemeyin. Çünkü dil, kültür yok olmakla karşı karşıya. Direneceğiz.