Fuat OSKAY
ERİK BAHÇESİ…


Yaz sıcaklarının bastırmasıyla birlikte boydan boya kırmızıya kesilirdi bahçeler. Dalında olgunlaşan eriklerin taze ışıltısı, yanından yöresinden geçenlerin gözlerini alırdı.

Akif, mahallenin haylazlarındandı. En büyük eğlencesi, bahçe duvarlarından aşıp komşuların ağaçlarından erik aşırmaktı. Bunu mahalleden birkaç arkadaşıyla beraber yapıyordu.  Kendilerine ait erik bahçesi mi yoktu sanki? Hayır, arkadaşlarıyla birlikte heyecan peşindeydi sadece. Duvardan aşıp ağaca tırmanmak, ağaçtan aşağıya meyveyi atmak, biraz korku, az tedirginlik ve çokça heyecan içerisinde ev sahibine yakalanmadan bu işi yapmak onlara garip bir başarma duygusunu tattırıyor, büyük bir haz veriyordu. Komşular kaç defa bu durumdan rahatsız olup ailesine sitem etmişlerse de “ Çocuk işte. Hoş görmek lazım” deyip geçiştirmişlerdi.

 Bahçeye her girişinde arkadaşlarından birini mutlaka gözcü olarak bırakıyordu Akif. Ev sahibinin olaya uyanması durumunda gözcünün haber vermesiyle hemen kaçıp sıvışırlardı. En çok rahatsız ettikleri bahçe ise Medine Teyze’nindi.  Kadın yaşlıca idi. Dizleri tutmadığı için çokça kovalayamaz, onlarla başa çıkamazdı.

Günün ikindi serinliğinde Akif arkadaşlarını toplamış yine bahçeye girmişlerdi. Ağaca tırmanırlarken, gözcünün “Medine Teyze! Kaçınnn...” diye seslenmesinin verdiği telaşla arkadaşları kaçıştı. Akif, bahçede tek kalmasından ötürü yaşadığı anlık tedirginlikle ağaçtan atlayayım derken dengeyi sağlayamamış, ayak bileğini burkmuş, kolunu da incitmişti.

Ailesi hastaneye götürdü Akif’i. Ayağı alçıya alınmış ve evde iki gün istirahat etmesi istenmişti.

Medine Teyze, kendisini çokça uğraştırdığı halde Akif’in hâline üzüldü. Bunu çocukça bir zevkle yaptıklarını biliyordu çünkü. “Olsun” dedi kendi kendine. Çocuk, ham meyve.  Zamanla olgunlaşmıyor mu ikisi de?”

Sonraki gün ağaçtan topladığı en güzel eriklerinden elinde bir poşetle evlerine gidip Akif’i ziyaret etti. Medine Teyze’yi elinde ağzına kadar dolu erik poşetiyle görünce hem şaşırdı hem de aşırı derecede utandı Akif.

“Geçmiş olsun oğlum. İyi misin?”

Akif, yüzüne bakmadan kısık bir ses ve mahcup bir eda ile “teşekkür ederim. İyiyim.” diyebildi.

“Sana erik getirdim. Hem de ağacımın en iyi eriklerinden bak. Afiyetle ye, çabuk iyileşirsin.”

Kardan donanı buz ile ovarlardı. Akif bundan böyle Medine Teyze’nin bahçesine girmekten vaz geçer miydi bilinmez ama hayatın kendisine acı bir tecrübe kazandırdığı kesindi:

Düşmeden kalkılamıyordu.

Fuat Oskay