Elmas LÜYE
ANADOLU'DAN İPEK DOKUNUŞLU BIR SES: SABAHAT AKKİRAZ


Söz vardı daha yazı yokken... İnsanın insan, doğanın doğa, duygunun duygu olduğu zamanlarda insanlar düşüncelerini, içinde bulundukları ruh hallerini sözle dile getirirlerdi. İnsan dile gelirdi... Söz; günlük konuşma, şiir, ağıt, masal, mesel, destan, türkü formuna bürünerek dökülürdü dudaklardan. Aşk anlatılırdı; sevda, ayrılık, acı... Sözlü iletişimde insanın jestleri, mimikleri, el kol hareketleri... Bunların hepsi aktiftir. Duyular, duygular hareket halindedir. Söz her daim merkezdedir.                                                                                             

Sözün formlarından bahsetmişken, coğrafyamızda sözün anıtsal biçimi türküdür malum. Anadolu'yu en iyi anlatan, onu dolaysız, direkt anlayabileceğimiz en seçkin formdur türkü... Burada doğrudan duygular, dünyada bulunuyor olmak, var oluşun insana yüklediği gerilim, varlıkla yokluk arasındaki ince çizgiyi birinci elden türküler görünür kılar. Çünkü türkülerin ortaya çıkışı endüstriyel, teknik dönemin çok öncesindedir. İnsanın doğayla ilişkisine ikincil etkenler girmemiş, araya aracılar sokulmamıştır henüz. Sözlü kültürde bellek çok aktif çalışır. Yeni olaylara karşı toplumsal bellekteki bilgi ve tecrübeler, ortaya çıkar. Bu tekrarlanınca bilgi pekişir ve tecrübe olarak geleceğe aktarılır. Anadolu türkülerin beşiği, türküler bebeklerin ninnisi... Buram buram türkü kokar gönül bahçeleri. Uzaktan, öteden gelmez türküler ve onların rayihası... İçimizdedir, derinlerde... Her türküde muazzam yaşanmışlıklar vardır: insanın en mutlu anından en kederli gününe, en umutsuz olduğu bir zamandan umudunun şaha kalktığı hallerinde hep türküler vardır. Bir de onlara ses verenler, türkülere ses olanlar... En az türküler kadar değerlidir bu sesler. Bazen sazla, bazen de yalnız sözle gönül dünyamıza binyılları boşaltırlar. Umutsuzsak umudu, yalnızsak tutunacak tutamakları, sevdalıysak teselliyi gösterirler bize...

Sözlü kültürün yüce ikliminde yürekleri ipek yumuşaklığında kardeş rüzgârlarla dolduran, türkülere nefes üfleyen, onların sesine kulak veren bu seçkin insanlar, bizi en güzel var oluş hallerinde dolaştırırlar. Bizi ağlamaya da çağırırlar, bir halaya da. Sabahat Akkiraz'ı anlatmak isterim size... O, yiğit insanların türkülerini havalandıran, yumuşacık sesiyle bizi sanki bir mucizeye çağırır. O türkü söylerken dudaklarından inciler dökülür. Kimi hüzünle paramparça olmuş, kimi aydınlık inciler... Akkiraz türkü okurken o kadar samimi ve mütevazıdır ki türkü en çok onun ağzına yakışır. O söylerse türkünün kapılarını hemen aralarsınız.  O içimizden biridir: Annemiz, ablamız, kardeşimiz, arkadaşımız, evimizin sevilen bir ferdi…

Turna avazlı Sabahat Akkiraz Avrupa'da kendi topraklarından daha fazla tanınıyor. Hüzünlü şarkıların söylerken bile tebessümü hiç kaybolmaz gül yüzünde. Öyle içten, öyle samimidir... Akkiraz uzun hava söylerken upuzun susarız, gözlerimiz dolar. Binlerce yıllık tarihten kalan ne varsa hepsi bir heybeye doldurulur ve gönül eşiğimize bırakılır. Hele bir de "Ya Hızır" ya da "Tevhit" semahını söylemeye başlasın biz yerdeki canlar göklerde semah döneriz tümcanlılarla... Sabahat Akkiraz, bizlere bu toprakların, Anadolu'nun çocukları olduğumuzu hatırlatır her daim. Sazın sözle, sözün semahla, semahın kâinatla cem olduğu demlerde öyle derinden seslenir ki kendimizi bir an "Ali'nin, Hasan'ın, Hüseyin'in yanında hissederiz. Kendini zorlamadan duru, pak bir perdeden seslenir o. Sesi öyle yumuşaktır ki, eserin miyan kısımlarında bile düz yolda yürür gibi yokuş çıkar. Yormadan, kırmadan, kırılmadan...

Akkiraz müzikle uğraşan bir ailenin çocuğu olarak sazın, sözün diyarı Sivas'ta dünyaya gelir. Onun sesini ilk keşfeden ilkokul öğretmenidir. Henüz on üç yaşındayken Arif Sağ ve Orhan Gencebay'ın sazları eşliğinde ilk 45'lik plağını Mahmut Erdal'ın desteğiyle çıkarır. İlk Profesyonel albümü "Şafak Söktü"yü Musa Eroğlu ile yapmıştır. Albümlerinde çoğunlukla kendi derlediği türküleri, deyişleri, uzun havaları seslendirir.

Akkiraz, bu toprakların çocuğu olmasına rağmen dünyaya da sesini duyurur. Geniş bir coğrafyada sevilerek dinlenen virtüöz bir icracıdır. Bizim topraklarımızın insanı olan Mustafa Özarslan ve Mercan Dede gibi sanatçılarla Türk halk müziği ürünlerini değişik formlarda seslendirmiştir. 1996'da Londra Jazz Festivali'ne davet edilen sanatçı, bin bir emekle "Anadolu'dan Yansımalar" projesini hazırladı. Bu çalışma bir Türk halk müziği sanatçısının jazz ve türküler üzerine hazırladığı ilk uluslararası projedir. Başta Londra olmak üzere Avrupa'nın birçok kentinde konserler verdi. Ünü Güney Amerika'da konser verecek kadar yayılmıştır. O, etnik bir sanatçı gibi görünse de yerelden evrensele ulaşabilmiş bir sanatçıdır. O, yereli, otantiği bozmadan dünya müzik piyasalarında saygınlık kazanmış sayılı insanlardandır.                                        Toprağımızın yüz akı, değerli sanatçı Sabahat Akkiraz'a sağlık, mutluluk dolu uzun bir yaşam diliyorum. İyi ki doğmuş ve zenginleştirmiş dünyamızı...


            Elmas Lüye